Evden telaşla çıkıyorum, üniversitenin kapanmasına saatler kalmış, oyalanmadan hızlı adım gidiyorum.
Aslında bu saatte öğrenciler üniversiteden çıkıp şehre dağılırlar.
Bense şu durumda tersine bir hareket yapıyorum.
Güzel bir yaz akşamı, sokaklar şen öğrenci sesleri ile daha da şenleniyor.
Kafelerin önündeki masalarda gençler oturmuş, sesli sesli konuşup şakaşılaşıyorlar.
Günün stresi bitmiş, gecenin dinginliği başlamış.
Üniversitenin bahçesindeki havuzun kenarında biraz oturup, suyun şırıltısını dinliyorum. Burası beni, yaşadığım zamana, bu ana getirmenin ilk durağı.
Gün içinde yaşadıklarımı burada demlenerek hazmediyorum.
Işıklar tek tek yanıyor.
Merhaba güzel yaz akşamı.
Merhaba akşamın geldiğini haber veren güzel kuşlar…
Üniversitenin kapısının önüne geliyorum, gücümü toplayıp kapıyı ittiriyorum.. Rüzgarda savrulmasın diye sanırım, oldukça ağır bir kapısı var.
Bu kapıyı ittirmeyi çok seviyorum. Kapı yavaş yavaş açıldığı zaman sanki ben, bambaşka bir dünyaya giriyorum.
Yeryüzünün acıtan gerçeklerinden kurtarılmış bir bölge burası.
Burada başka bir güneş var, bambaşka bir ay, bambaşka yıldızlar.
Sizin bildiklerinize, bu zamana kadar gördüklerinize hiç benzemeyen…
Sanki ben birgün, bir kağıda, bir üniversite çizmişim, demişim ki, kapıyı açtığım zaman gülümseyen görevliler olsun, biraz ileride çikolata veren bir dolap, onun yanında soğuk kakaolu süt, onu yanında da sıcak çikolata makinası…
Merdivenlerden çıktığım zaman beni dil laboratuvarı karşılasın, üzüldüğümde, gözyaşları içinde buraya gelip, seyrettiğim bir filmle hayata yeniden umutla bakabileyim.
Buradaki her detay, o buruşuk kağıda belli belirsiz çizdiğim çizimlerin hayat bulmuş hali sanki…
Bu saatte üniversitenin boşaldığı bu saatte, herşey ne kadar da güzel.
Üst katlara çıkıp ışıl ışıl Viyana’yı seyrediyorum bir köşeden usulca batan güneşi içime çekerek…
Öğrencilerden boşalan masalar yorgun ama mutlular, bir günü daha kazasız belasız bitirmişler.
Üniversitenin kütüphane kısmına geçerken yaz akşamının kokusu başımı döndürüyor.
Kitaplara da veda edeyim, geleceğim diyerek sözleşiyoruz.
Gün içinde her yerinden öğrenci fışkıran bu kütüphane, şimdi güzel bir huzura bürünmüş.
Görevliler rahatlamış birbirleriyle şakalaşıyorlar.
“Merhaba” diyerek yanlarından geçiyorum.
Nihayet kütüphane kitaplardan keyif alanlara kalmış.
Gazete okunan bölüme geliyorum. İki yanı cam olan bu bölümde o ayın dergileri ve o günün gazeteleri bulunuyor. Derdim tabiki bu saatte gazete okumak değil, sadece dokunarak onlara merhaba demek istiyorum. Kütüphanenin arşivlenmiş kitapları arasında geziniyorum bir süre.
Eski kitapları alıp biraz seyredip mis gibi kokularını içime çekiyorum.
Bütün ışıklar bir görevli tarafından tek tek söndürülüyor.
Gökyüzündeki yıldızları söndüren bir görevli gibi. Elini değdirdiği her yıldız kendini gecenin karanlığına bırakıyor
İçindeki her şeye iyi akşamlar dileyerek kütüphaneden çıkıyorum.
Üniversitenin içindeki en sevdiğim sınıfa giriyorum
Sınıf boş, ışıklar hafif karartılmış…
Canımın çektiği bir sıraya oturup bir süre sessizliği dinliyorum.
Boş tahtaya bakıp dersini anlatan bir öğretmen, boş sıralara bakıp oturan öğrenciler hayal ediyorum.
Sonra durup kendimi seyrediyorum.
Yüreği şükür dolu, gözleri yaş içinde sınıfın içinde oturan beni.
Çok üzüldük dimi Tuba?
Çok yorulduk…
Yıllarca bir üniversitenin kapısında içeri alınmayı bekledik.
Öğretmenlerin gözlerimizin içine bakmamasından utanç duyduk.
İstedik ki birileri zihnimizin ışıltısını görsün, yüreğimizin yaşadıklarımızdan incindiğini farketsin.
Eğer bunları yaşamamış olsaydım, bu denli sever miydim bu üniversiteyi ve kıymetini bilebilir miydim daha önce bulamadıklarımın?
Şu üzerinde oturmama izin verilen sıralar, şu üzerinde ders işlenilen tahta, gözlerimin içine korkusuzca bakan şu öğretmen.
Hepsi ne kadar değerli ve kıymetli benim için.
“Değdi mi? “
Yaşanılan onca acılar buraya varmak içinse buna gerçekten değdi…